Tatilimizin belli bir kısmını tamamladık,
önce Bodrum ardından muhteşem Palamutbükü, şimdi de Selimiye ye gitmek üzere
yollardayız. Datça dan Selimiye ye dönmek, yolları bakımından biraz meşakkatli,
hele de bizim gibi öğlen güneşine kaldıysanız.
Ufak ufak molalarla ilerliyoruz, yolumuzun
üzerinde neler var internetten önceden bir araştırma yaparak elbette.
Önümüzde Eski Datça var.
Nesi meşhur derseniz elbette Can Yücel in burada yaşaması, tanınması için büyük
etken. Ufak sokakları, el işleri sıcacık, sempatik bir yer burası.
Şirin bir takı mağazası görüyoruz, e
girmezsek ayıp olur ama di mi :) Bilekliklerim kolumda artık.
Hava sıcak fakat biz yine de sokak sokak
dolanıyoruz.
Can Yücel in evinin önündeyiz. Eşinin
yazmış olduğu bir yazı asılı kapısında. İçeri girmek mümkün olmuyor çünkü
kilitli.
Bol bol resim çekiyoruz, gözlemeyi yeni
yememiş olsak mutlaka şirin restoranlarında oturup keyif çatardık bizde.
Yolunuzun üzerindeyse uğramanızı tavsiye
ederim. Ama biz geç kalmadan ayrılmak zorundayız.
Virajlı yollardan deniz manzarası ile
ilerliyoruz. Sevgilim gaz fren yapmaktan bunalmış durumda.
Bir anda denize
bakıyoruz ve görüyoruz ki; İnsanlar, Musa Peygamberin Kızıl Denizi yararak
geçmesi gibi denizi yürüyerek geçmekte. Manzara inanılır gibi değil. Burası Kız
Kumu. Eee tabi efsanesi eksik olmaz böyle yerlerin. Şöyle ki;
3 bin yıl önce Baybassos Kenti'nin kralı,
düşmanlarıyla giriştiği ve uzun yıllar süren savaşı kaybeder. Kenti ele geçiren
düşmanlar, kral ile halkını öldürür. Krallığın güzelliğiyle meşhur prensesi,
korsanlardan kaçmaya çalışır. Deniz kıyısına gelen ve yüzme bilmeyen prenses,
gerçekleşen mucize sonucunda eteğine doldurduğu kumları serptikçe deniz
üzerinde bir yol oluşmaya başlar. Havanın karanlık olması nedeniyle yolunu
kaybeden prenses, eteğindeki kumlar bitince boğularak yaşamını yitirir.
Üzücü efsanelere ara vererek yolumuza
devam ediyoruz. Selimiye deki Muhteşem manzaralı otelimize doğru.
Hakkında yaptığım araştırmalardan muhteşem
güzellikte sakin, pırıl pırıl bir deniz olarak hayal ediyorum Selimiye yi. Ne
zamanki otel fiyatlarını öğrendim, pek de sakin olmadığını anladım. Kahvaltı
dahil olarak 350 TL den bahsediyorlar, arkadaş az daha koyarım Rixos da
kalırım, noluyoruz.
Neyse baktım olacak iş değil topu
sevgiliye attım yer ayarlaması için. İşte bu manzara onun eseri.
Genel olarak şunu söylemek isterim ki,
buraya bayram gibi genel tatillerde gelmemek lazım. Yoksa mıç mıç ne denize
giriliyor ne de restoranlarda yer bulunabiliyor.
Mesela meşhur restoranı (ki başbakan bile
özel olarak gelip burada yemek yemiş) Sardunya
ya rezervasyon için gittiğimizde 4 gün için tıklım tıklım dolu olduklarını
öğrendik. Napalım arkadaş başka yer mi yok.
Deniz için tur attıktan ve metrekareye 9
kişi düştüğünü gördükten sonra en iyisi 10 dakika mesafedeki Bozburun a
uğrayalım diyoruz. Berna Laçin in yazısında bahsettiği Karia Bel in plajına
gitmek için arayıp orada da yer olmadığını öğrendiğimizde üzülüp, kısa bir tur
atıyoruz. Bugün denizi unutalım.
Her noktasında manzara müthiş buraların,
her koyda denizin süper olduğu gibi.
Karnımız zil çalmakta, Selimiye merkezde
gördüğümüz pek de meşhur olan Badem Mantı’da alıyoruz soluğu. İster ev mantısı,
ister çıtır mantı ya da belki çikolatalı mantı ama mutlaka yanına incecik
sarılmış kayseri etli sarması.
Garsonlar çok ilgili ve güleryüzlü.
Mantılarda fevkalade leziz.
Madem Sardunya Restoran full, hemen başka
bir yerden rezervasyon yapılmalı diye yine internetteki araştırmalarımdan
aklımda kalan Parageda Restoran a ancak yarın akşam için denize 2.sırada yer
bulabiliyoruz.
Menü muhteşem lezzetli, hele ki kalamarlar
enfes. Biz buraya bayıldık. Sardunya halt etmiş. Ki zaten önünden geçerken insanların
kuyrukta beklediğini görüyoruz. Tatilde yemek için bu kadar kasmanın anlamı
nedir bir türlü anlamadım gitti.
Denize Kırmızı Balık Beach de giriyoruz.
Ortam gerçekten güzel. Denizin hemen kıyısında şezlonglarımız da hazır, elimde
Kindle ohhh değmeyin keyfime.
Burada denize girmek çok keyifli, karnımız
acıkınca ise; köftesi kendi imalatları olan hamburgerleri çok lezzetli. Sadece
biraz geç geliyor çünkü kızartma isteyince, önce patatesleri önünüzde
soyuyorlar ardından kızartıyorlar. Hem geç geliyor diye içerliyoruz hem de
donmuş hazır patateslerden yemediğimize çok seviniyoruz. Ev usulü her şey.
Otelimize dinlenmek için gidince bloguma bir göz atıyorum, ufak ufak notlarımı da aldım mı rahatım.
Gece 12 gibi dışarı çıkıyoruz. İşte gerçekten Selimiye yi o an çok seviyorum.
İnsan kalabalığından arınmış, sakin, huzurlu… Deniz pırıl pırıl, sudaki çakıl
taşlarını izliyoruz.
O yüzden bir daha gelirsem kesinlikle
hafta içi ve kalabalık olmayan bir sezon seçeceğim. Aklımda olsun.
Gece pazarı tarzında sergiler açılmış.
Cici bici şeyler.
Bu afiş hayli gülmemize sebep oluyor. Bunu
gören gelir mi diyorum ama bakıyorum ki önünde kuyruk var. Bu amca ile yanyana
resim çektirmek aklımdan geçmedi de değil hani.
Şimdi kısa kısa notlar düşmek istiyorum.
Zamanla ben de unutursam okumak için
Öncelikle ilk şart sakin zamanda gitmek
Kalınacak oteller; Manzara isteyenler için
kaldığımız; Les Terrasses De Selimiye. Fakat denize kıyısı olsun kahvaltıdan sonra
cuplayım diyorsanız; Çoban, Dantel, Begonvil (dikkat edin birkaç tane var), Beyaz
Güvercin, Palmetto
Restoranlar; Sardunya (rezervasyon şart), Begonvil,
Parageda, Nane Limon. Deniz kıyısında sayısız restoran var, hepsi sabah beach
akşam restoran şeklinde çalışıyor.
Eğlence olarak çok fazla seçenek yok,
sakin bir yer burası. Deniz kıyısında bir tane Piano Jazz Bar var. Tüm gençler
oradaydı.
Yürüyüş yaptıysanız mutlaka Kara Dut Kahveye uğrayın derim. Müdavimi çok, çayı da kahvesi de gayet lezzetli.
İsterseniz de tekne turlarına katılabilir,
etrafındaki koyları da keşfedebilirsiniz.
Selimiye ufak, şirin bir köy. Denizi
tertemiz, insanları da çok cana yakın. Fakat keşke böyle kalsa, insan akınına
uğrayınca, pek bir esprisi kalmamış. Mesela o kadar teknenin, yatın arasında
yüzmek bana çok garip geldi. Adamlar yattan mangal külünü temizliyorlar, sahile
vuruyor. Biz bu şekil yok ettikçe doğa ne kadar daha kendini yeniler düşünmek
istemiyorum.
Keyifli 2 günü arkamızda bırakıyoruz, son
olarak otelimizin lezzetli kahvaltısını da mideye indirdikten sonra gelirken
uğramaya karar verdiğimiz Turgut Şelalesine doğru yol alıyoruz. Görüşmek üzere ey
güzel Selimiye.
Turgut Şelalesi yan yana 5 şelalenin
sıralanması ile oluşuyor. Sizde benim gibi devasa akan sular hayal ettiyseniz
yanılırsınız. Ufak ufak şelaleler bunlar. Yürüyüş yolları yapılmış aralarına.
Giriş ücretli, 3 TL. İçerisinde 860
yaşında, içindeki kovuktan baktığınızda gökyüzünü görebildiğiniz bir ağaç var. (orada
tanıtan adamın yalancısıyız)
Eski ve artık kullanılmayan bir su
değirmeni de mevcut. Zaten her taşın arasından su akıyor.
Yabancılar su birikintisi görse yüzmeye
başlıyor. Ama su o kadar berrak ki keşke bikinilerim üzerimde olsa demekten
alamıyorum ben bile kendimi.
Bu kadar sıcak bir günde serinlemek için çok
doğru bir seçim Turgut Şelalesi.
Bugünlük benden bu kadar, yolumuz daha
uzun, İçmeler / Marmaris bizi bekler…
Gezimize siz de katılmak ister misiniz?
2 haftalık tatilimize toplu halde bakalım, biz nereleri gezdik!!! İsminin üzerine tıklayın, sizi alıp oralara götüreyim.
Iste bekledigim yazi gelmis. Super. Cnm yazmaya devam. Cok yardimci oldu verdigin bilgiler
YanıtlaSilBoyle guzel bir takipcim varken yazmaz miyim hic
SilKafa dengi eşin olduğu için şanslısın.İyi gezmeler ve bize bol not almalar:)Sevgiyle.
YanıtlaSilSevgilim benim en büyük şansım. Umarım faydalı olabiliyorumdur sizin gezi planlarınız için de. Mutlu günler dilerim
SilBenzer bir güzegahla bende bir kaç yıl önce görmüştüm aynı yerleri ancak unuttuğum bir çok şeyi hatırlattı yazın.Zevkle okudum teşekkürler
YanıtlaSilBen de senin yorumunu zevkle okudum ne guzel ortak gezdigimiz bir rotadan behsedebilmek
SilBen de senin yorumunu zevkle okudum ne guzel ortak gezdigimiz bir rotadan behsedebilmek
Sil