İstanbul
a gidişimiz Lale Festivalinin hemen ardına denk geldiğinden bu muhteşem manzarayı görmeden dönsem çok üzülürdüm.
Sema annem kırmadı sağ olsun birlikte keyfini çıkardık. Fakat asıl
gidilmesi gereken zaman Nisan başı sanırım, lalelerin bir çoğu ben gittiğimde
solmuştu ama kalanlar bile beni mest etmeye yetti.
Emirgan
korusu muhteşem bir yer , yeşilin her tonu mevcut, 120 den fazla ağaç çeşidi bulunan, üzerinde
sincapların hoplayıp zıpladığı, boğaz manzaralı, Bebek e yürüyüş mesafesinde
bir yer.
Ayrıca gezerken beni merak içinde bırakan muhteşem köşklere de sahip. Bu köşk
işine fazlasıyla kafayı takmış bulunmaktayım bu aralar, sanırım Muhteşem Yüzyıl
dizisinden sonra oldu. Nerede köşk görsem kimler yaşamış, av köşkü müymüş,
hangi odada padişah ya da paşa oturmuş...vs gibi milyonlarca soru doluşuveriyor
beynime. Sanırım bu konu ile ilgili kitap bulup, okumak farz oldu.
Köşkleri
de anlatacağım fakat öncesinde muhteşem lalelerden bahsedeyim. İstanbullular ne
kadar etkilendiğimi tam olarak anlayamayabilirler çünkü 2005 yılından beri “En
güzel lale İstanbul da yetişir” ve “İstanbul lalesi ile buluşuyor” sloganları
altında Lale Festivali kutlanmakta ve yer gök; çeşit çeşit , renk renk
büyüleyici lalelerle dolmakta.
Oysa bir İzmirli olarak bu zarif, hassas, rengarenk çiçekleri görmekten dolayı içim içime sığmıyor benim, şenlik yerinde gibiyim. Hem de dediğim gibi çoğu
lale solmuş olsa bile .
Nisan ayının sonuna kadar; Emirgan Korusu, Taksim
Meydanı, Hıdiv Korusu, Göztepe Gül Bahçesi, Büyük Çamlıca Korusu, Sultanahmet
Meydanı ve Gülhane Parkında çeşitli etkinlikler gerçekleştiriliyor. Her yıl festival
için erken, normal ve geç açan olarak 3 çeşit lale dikimi yapılıyor. Ben geç
açanlara yetişebildim sanırım.
Lale
soğanlarının tamamı yerli üretim bu sayede hem üreticiye gelir kaynağı
sağlanmış hem de İstanbul muhteşem güzelliğe kavuşmuş oluyor. Bu laleler
Konya da ve İstanbul un köylerinde yetiştirilmiş. Dilerseniz çiçek satış noktasında en beğendiğiniz çiçeklere sahip olabilirsiniz.
Her lalenin önünde kendi ismi bulunuyor, hepsi farklı. En zilli lale bu olsa gerek...
Emirgan
ın bilinen ilk ismi Bizans dönemine ait; "serviler" anlamına gelen “Kyperodes”.
Sonrasında
Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa, mühürcülerinden Feridun Bey’e Emirgandaki büyük
araziyi armağan ediyor.
IV
. Murat ise Feridun Beyden bu araziyi satın alarak Bağdat seferi sırasında
engel olarak gördüğü Revan kalesini direniş göstermeden kendisine veren vali
Emirgüneoğlu’na hediye eder ve arkasından vezirlik rütbesi de verir. Bu olaydan
sonra “Emirgüne” olarak anılmaya başlar bu güzel koru. Zamanla da Emirgan
olarak dilden dile değişir.
Sultan
Abdülaziz zamanında ise Mısır Hıdiv’i (valisi) İsmail Paşa ya verilir 472.000
m2 lik bu büyük arazi ve bahçeler. İsmail Paşa da Avrupa’dan etkilenmiş biri
olarak padişah tarafından verilmiş bu arazileri yeniden düzenler, üzerine Sarı,
Beyaz ve Pembe Köşkleri yaptırır.
Köşklerin yüksek tavanlarına müthiş resimler yaptırmış, kapıların uzunluğunu gördüğünüzde
şaşırıp kalıyorsunuz, bu kadar uzunlar mıydı yoksa gösteriş böyle bir şey mi
diye. Süslemeli şömineleri, geniş odaları, ferah kelimesinin tam karşılığı olsa
gerek.
İsterseniz
özel yemeklerinizi burada verebilir, nişan organizasyonları yapabilirsiniz.
Sema annemler bazı günlerini burada gerçekleştiriyorlarmış mesela. Eğer
rezervasyon yaptırmak isterseniz, sadece burası için değil belediyeye ait tüm
köşkler için gerekli her türlü bilgiye vereceğim linkten ulaşabilirsiniz.http://www.beltur.com.tr/
İşte
benim hayran olduğum bu güzelim köşklerde İsmail Paşa ve onun tüm varisleri
oturmuş, son varisinden de İstanbul Belediyesi satın alıp 1943 yılında halka
açmış. Şu an İstanbul un en ünlü mesire yerlerinden biri burası.
Offf
offf o zamanlarda zengin bir aile kızı olarak yaşamak varmış, boğaza bakan bu
köşklerde. Böyle deyince Aşk-ı Memnu daki Nihal aklıma geldi, bir daha düşündüm
deee; olmasa da olur zannımca :)
Evlenecek arkadaşlar dış çekimlerini burada yaptırmayı tercih etmişler, sağda solda sürekli gelinlik ve nişanlık giyip, süslü püslü poz veren birilerini görmek mümkün. Ahh ahh Boğaztepe'nin dili olsa da anlatsa aylar önce topuklularla çimenlerde bata çıka yürüyen Özlem gelini...
Biz de bol bol resim çektik, sarı köşkün bahçesinde taze sıkılmış portakal suyumuzu
boğaza karşı yudumladık, keyif yaptık hem de ne keyif.
Yerli, yabancı bir sürü turist var, herkes birbiriyle kaynaşmış durumda.
Kendimle
anlaşma yapıyorum seneye Nisan’da gelip tüm laleleri en muhteşem hali ile
göreceğime dair.
Temiz
hava, şelaleden akan suyun şırıltısı, gözlerini senden ayırmadan ağaçlara
tırmanan şirin mi şirin sincaplar (yerim onları ben) , rengarenk çiçekler, her şey seni daha
fazla nasıl mutlu edebilirim demek için var sanki.
Gördüğümüz her güzelliğin tadını çıkarabilmek dileğiyle...
bende aklımca istanbulu gördüm bir daha gitmesemde lur diyordum.ama gitmem lazımmış süper
YanıtlaSilMüthişti gerçekten
Sil