1 Mayısın tatil olmasına rağmen erkenden gözler aralanır
ve sevgilinin melodi gibi gelen sesiyle o müthiş cümle duyulur. “Karımı bugün
nereye götürsem acaba”
Nasıl güzel , nasıl neşe dolu sözlerdir bunlar.
Hemen yataktan kalkılır ve en önemli 2 sorunla karşı karşıya kalınır; bugün ne
giysem, görmediğimiz nereye gitsek…
İnternette günübirlik nereleri
gezebiliriz diye araştırırken Birgi adına rastlıyoruz. Hürriyet gazetesinin en
güzel küçük meydanlar listesinde ilk 10 da yer alıyor. Buram buram tarih
kokuyor ve sevgili Dilek’ten aldığım bilgiye göre de Tatar Ramazan filmi burada
çekiliyor. Ee daha ne olsun, termosumuza suyumuzu ve atıştırmak için bir önceki
gece yaptığım kırma böreği de alıp
düşüyoruz yollara.
Tabii bu arada benim şirin
pimpirikli sevgilim yanıma aldığım mini hırkayı beğenmeyip , yünlü hırkaları da
koyuyor çantaya. "Aşkım kalın gelmez mi" deyince , sen bilmezsin orası dağ ,
soğuk olur, sonra benimkine muhtaç olursun diye tehdit de ettikten sonra,
(nasılsa çantayı o taşıyacak diye) emme basma tulumba gibi kafamı sallayıp ,
onaylıyorum.
Aydın otobanından Ödemiş levhasını
görüp sağa sapıyoruz, sonra da Birgi levhalarını takip ediyoruz. Kafanız
karışmıyor, yol güzel. Aliağa ile Birgi arası tam 2 saat. Elbette yolunuzu
kesen kuzucukları falan da hesap ederek.
Hayvancılıkla uğraşan insan sayısı
bir hayli fazla sanırım, yol kenarlarında hatta merkezde bile inek ablaları görmek mümkün.
Ödemiş'e giden yollar çiçek ve fidan bahçeleriyle dolu. Aaa bak ne güzel, üff renge bak, ne güzel ağaç, ne tatlı çiçek, diye diye yol alıyoruz. Geçtiğimiz hafta yol üzerindeki Bayındır da çiçek festivali varmış, birkaç gün ile onu kaçırmışız.
Tam öğle vakti varıyoruz, klima ile
bağımızın kesildiği , ayağımızı dışarı çıkardığımız ilk an, o yünlü hırkaları
düşünüp gülmeye başlıyoruz tam mevsimiymiş diye, hava 33 derece…
İki yanı ağaçlık, romantik yollardan
sonra keyifli bir meydan karşılıyor bizi, etrafı tarih ile çevrili.
Bir yanda Ulu Cami
ve Mehmet Bey Türbesi, diğer yanda Ümmü Sultan Türbesi, İmam-ı Birgivi Medresesi, günümüzde
kullanılmayan 400 yıllık Osmanlı Hamamı bunlardan sadece birkaçı.
Öncelikle Aydınoğlu Mehmed Bey Camii(Ulu
Cami) yi ziyaret ediyoruz. Ustası; caminin minberini 7 yılda *kündekari
sistemle yapmış, boya olarak da altın varak ve zümrüt ü toz haline getirip
kullanmış. 3000 parça ve 175 geometrik şekilden oluşuyor. Her yıl bakımı için
taşbaskı ve zeytinyağı ile yağlanmakta. Minaresindeki çiniler de kesinlikle
görülmeye değer.
Rehberin anlattığına göre mimberin
sağ ve sol kenarlarındaki şekiller, güneşi , yıldızları, ayı, yani 7 kat
gökyüzünü simgelemekteymiş, 1993 yılında minberin kapısı çalınmış (kesin bizim
insanlarımız 3 kuruşa vermiştir diye düşünüyorum) ve 2 yıl sonra İngiltere de
bir müzayede evinde ortaya çıkmış, daha önceden Birgi de bu kapıyı gören bir
turistin ispiyonlaması sonucu, Kültür Bakanlığınca tekrar alınıp asıl yeri olan
camiye konulmuş.
Tabii bu bilgileri camiye girmesi
için uzun kollu giyinip , başını örtmesi gerekmeyen sevgilim sayesinde
öğreniyoruz, zira kıyafet hazırlamadan giden benim o camiye girebilmem mümkün
değil.
Sokaklarında dolaşıyoruz, daracık ve
eğri büğrü, sevgilim İspanya da da aynı şekil yolları gördüğünde rehber, ona; savaşlarda ok atan askerlerden korunmak için böyle dar ve dönemeçli yollar
yapıldığını anlatmış, biz deFrigler,
Persler, Bergama Krallığı, Bizanslılar, Romalılar, Aydınoğulları ve Osmanlılar
gibi medeniyetlere ev sahipliği yapan bu kasabanın dar yolları için aynı şeyi
düşünüyoruz.
Ödemiş, Birgi'den çok daha büyük olmasına rağmen; dağınık,
salaş, bakımsız bir kadın gibi, oysa Birgi derli toplu, sevimli bir kız
çocuğunu andırıyor benim gözümde.
Yönlendirme ve bilgi levhaları fazlasıyla var.
Caminin tam karşısında bulunan
Tarihi köy kahvesi serin serin, nar suyu veya Türk kahvesi içmenizi bekliyor.
Bana nar suyu dokunduğu için sevgilime söylüyoruz, tabi pazarlık baştan
yapılıyor, “senden otlanırım ona göre” :))
Caminin önünden salınıyoruz Çakır
Ağa Konağına doğru. Giriş kişi başı 3 TL, reklam olacak ama Maksimum Kart ya da
müze kartı olanlara ücretsiz. Zamanında büyük toprakların sahibi Şerif Ali Ağa, hımm bu arada çakır gözlü de sanırım :)
Şerif Ali Ağa , işi
için sık sık yurt dışında bulunur, Paris ve Venedik te gördüğü evlerden çok
etkilenip, Birgi’ye de aynı güzellikte bir ev yaptırmak ister ve 5 yılın
sonunda istediği evi yaptırır.
Hanımlarının sıla hasretini dindirmek için de 2 oda
yaptırır, biri İzmir diğeri İstanbul odası, duvarlarındaki hayali İstanbul ve
İzmir resimleri; hala aynı güzelliğini korumakta. Ahşap malzemelerin hepsi Venedik
ten getirilerek yaptırılmış.
Konak’ın yapımına 1761 yılında
başlanmış, günümüze kadar bozulmadan korunabilmiş. En alt kat ahır, samanlık,
görevli odası, meyve kurutma alanı olarak ayrılmış, üst katları; alt kat gibi
taştan değil de tahtadan yapılma. Misafir odaları, şömineli oturma odaları,
vitraylı pencereler, özellikle de oymalı ahşaptan tavanları görülmeye değer.
Orta kat kışın oturmak için; basık
tavanlı ve şömineli, en üst kat ise yazın oturmak için yüksek tavanlı ve bol
pencereli.
Tüm kapılar, pencereler ahşap
oyularak şekillendirilmiş, güzelliğini anlatmak mümkün değil. Zamanında bu konağa
gelin gelmek isteyen sayısız kız olmuştur adım gibi eminim.
Pazartesi günleri hariç 08:30 –
17:30 saatleri arasında ziyarete açık.
Konağın önünden bir serinlik
geliyor, Kış aylarında Bozdağ daki karların erimesinden dolayı fazlaca
yükseldiği duvarlarındaki izlerden belli olan ama bizim gördüğümüzde nazlı
nazlı akan , Sarıyar Deresi var.
Dereden karşıya geçtiğimizde sıcağa
daha fazla dayanamayıp koca bir ağacın altındaki masalara ilişiveriyoruz. Serin
serin esiyor, tavsiye ederim huzurlu bir yer burası, işte buz gibi kolalar da geldiiiii...
Yol kenarlarında teyzeler her türlü ev yapımı ürün satmakta; tarhana,erişte, dantel, takı, patates...
Tekrar meydana geldiğimizde yılanlı
kaleye araba ve klima ikilisiyle çıkmanın daha iyi bir fikir olduğunu
düşünüyoruz. Tabelaları nerede kaçırdık hiç anlayamadık ama git git kale falan
yok ve biz dağın zirvesindeyiz. E napalım buranın da keyfini çıkarırız, mis
gibi bir hava ve uçaktan izlermişçesine muhteşem manzara eşliğinde.
Birgi
nin M.Ö 7. Yüzyılda Romalılar tarafından verilen tarihteki ilk adı “Zeus un
şehri, Zeus a adanmış şehir “ demek olan “Dios Hieron” dur.
Sonradan
Hristiyanlığı benimseyen Romalılar, paganist dinlerin tüm kalıntılarını silmek için adını değiştirerek “İsa nın
Şehri” anlamına gelen “Christo Polis” yapmışlardır.
Aydınoğlu
Beyliği hakimiyetindeyken, Mehmet Bey; altın çağını yaşayan Birgi’yi beyliğin
başkenti yapmış ve fetihten 5 yıl sonra da yukarıda bahsettiğim camiyi inşaa
ettirmiş.
Öldükten
sonra yerine oğlu Gazi Umur Bey geçmiş ve İzmir de ilk Türk Donanmasını kurup,
Haçlıları büyük bozguna uğratmış ve bütün Ege Denizine hakim olmuş.
Fakat
henüz 39 yaşındayken, İzmir kuşatması sırasında askerlerinin moralini yüksek
tutmak için ön saflarda savaşırken şehit olmuş. Bu yüce gönüllü insanla
fotoğraf çektirmeden de Birgi den gitmek olmaz...
Birgi
de ki her yapıyı tek tek anlatmaya kalksam, buraya sığdıramam. Bugüne kadar
gitmediyseniz mutlaka bu tarih kokan, şirin beldeyi gezilecekler listenizin
başına eklemelisiniz, ama mümkünse akşamüzeri hava serinlemişken gezmeniz
tavsiye olunur.
Ülkemizin her köşesinden, her toprağından tarih fışkırıyor, anlamak, öğrenmek ve kıymetini bilmek önemli.
Peki biz geziyi burada noktaladık mı, elbette ki hayırrrr...
Eski İzmir yolundan Torbalı'ya ulaşıyoruz, oradan da Oğlananası na,çünkü karnımız zil zurna aç efendim. Sevgilimin daha önce yediği ve eşine de yedirmek istediği tandırın peşine düştük :) Daha önceki postta sevgilim anlatmıştı.Tık tık!
Yolda kocaman bir küre görüyoruz, sanırım askeri bir yer, çaktırmadan çekiyorum hemencecik.
Giderken sevgilim diyor ki "biraz salaş bir yer, ne düşünürsün bilemiyorum" Kapısının önüne gelince içimden konuşuyorum "üff valla esnaf lokantasıymış, pek de ufak" ben böyle düşünedurayım bizi bahçesine alıyorlar, işte budur. Ne düşündüysem geri alıyor ve özür diliyorum kendilerinden. Gizli bahçe, hem ortamıyla hem lezzetiyle hem de bu da ne , yanlış mı görüyorum dedirtecek fiyatıyla süpper.
Şöyle ki, 2 kişilik lokum gibi tandır, turşu, yoğurt, yeşillik, acı biberli yoğurt, köz biber, zeytin, nohut ekmeği, lorlu-böğürtlenli tatlı ve 2 kutu kola için sadece 56 TL hesap ödedik. Komik :))
Mutlu eden tatlı anılar biriktirmeniz dileğiyle...
*Kündekari Nedir?
Kenarları negatif ve pozitif değerlerde oyulmuş, çokgen ve yıldız biçiminde ayrı ayrı kesilmiş, rumî ve palmet kabartmalarıyla bezenmiş parçalar ile ahşap kirişlerin birbirine geçmesi biçiminde uygulanan ve büyük bir ustalık isteyen kündekârinin, bezeme kompozisyonu geometrik bir şemaya dayanır. Gökyüzündeki yıldızları ve sonsuzluğu ifade eden yıldız, sekizgen, ongen, baklava gibi birçok geometrik desenle birlikte uygulanır. Aralarına farklı tür ve renklerde küçük ahşap plakalar konarak bazı örneklerde oyma işçiliği, sedef, bağa, fildişi kakma işçiliği de kompozisyona dahil edilir. Hazırlanan parçalar birbirine ayrıca bağlayıcı bir malzemeyle tutturulmadığından, kündekârinin uygulandığı ahşap yüzeylerde zamanla ayrılmalar olmaz. Kündekâri tekniğiyle yapılmış bazı örneklerde dayanıklılığı artırmak için geçmelerin arkasında, yine ahşaptan yapılmış bir iskelet kullanılır. Değişen mevsim şartlarında ısıdan ve nemden etkilenmeyecek nitelikte bir ağaçla çalışılır ve birleşme yerlerindeki kanallarda bırakılan hava payları sayesinde, ahşap işçiliğinde zamanla ortaya çıkan çatlak ve şişmeler önlenir.
çok güzel bir yazı.Teşekkürler:)
YanıtlaSilCok tatlisiniz. Begendiginiz icin iyi ki yazmisim diyorum ben de su an.
Sil